Banyoda, o bir türlü sevemediğim parlak iç çamaşırlarını buldum bu sabah. Hep sevdin, ardında izler bırakmayı. O meşhur kavgamızı hatırlıyorum. Bizi meşhur etmişti hani. Tüm apartmanın tanıdığı sorunlu insanlardan olmuştuk. Hani o sapkın ruhuna uyup, bileklerinde açtığın derin kesikler... Hani banyonun bembeyaz duvarlarına bulaşan kan lekeleri... Kaç kilo tuz ruhu harcadım temizlemek için. Şimdi de bu göz kamaştıran çamaşırların ruh burkucu parlaklığı. Yaldızlı izler bırakan salyangozları getirdin aklıma sabah sabah.
Bir şeyler değişmeli diye bağıran çırpınan insanları nedense derin derin düşünüyorum bu sabah. Sobada yanan çamaşırının çıkardığı parlak alevlerle içim geçiyor hafiften. Ateşe uzun uzun bakmaktan yorulmuş olan gözlerimi, duvarın soğuk beyazlığında dinlendiriyorum. Çayımı alıyorum, bir dudaklarıma götürüyorum, bir de tam kalbimin üzerine koyuyorum. Böylece tüm hücrelerim sıcak bir tavşan kanının tadına bakabiliyorlar. Surf sen yoksun diye pahalı sigaralar içiyorum bu sabah. Derin nefesler çeke çeke dans ediyorum odanın içinde. Yeni bir çay almak için mutfağa gidiyorum. Bir şeylerin değiştiğini fark ediyorum. Sen yoksun ve mutfak pis. Değişen daha bir çok şey olacağına emin oluyorum. Sigaramı mutfak tezgahında söndürüp, herşeyi biraz daha kirletiyorum.
Tuzlu bir gözyaşı, bir salyangozun tam üzerine düşüyor. Erimek gibi bir şey oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder