15.5.11

Denizin Ortasından

Kanıma karışan zehirli sözcüklerin tanığı, aklımdan geçenlerin en yabancısı, yazdığım her harfin kıvrımlarında benimle bir sonraki kelimeyi düşünen, etime batan tırnağın irisli çatalı, her acı anımda vücuduma dökülen iltihap ve beynimden akan kana yansıyan gökyüzü maviliği; salyalarıma karışan denizköpüğü, ulaşamadığım tüm maviliklere yazdığım öykülerde bahsettiğim ben. Bir deniz manzarasını anlatmayı hep erteleyen kalemim, bu yüceltmeden habersiz uzanıp giden ufka çekilen ve beni pruvasında bir teknenin terk eden sevgilim, deniz.

Üzerine asfalt dökülmüş bir toprağın altında, birkaç kökümün de olsa diğerlerine ulaşmasını sağlayan bilincim. Bir tek o duyuyordu biliyorum sevinç çığlıklarımı ve hemen ardından azalarak duyulmayan kalp çarpıntılarımı. Fazla etli vücudumu bir vitrinde sergilerken, o an orada olmak istemediğimi tek bilen, çırpınan ve ortanıza kusan o genç adamın yığılıp kaldığı anlarda, çarpışan arabaların koltuğuna beni oturtan aklım, beni bir sabah denizin tam ortasında ölü bulacağınız o anı size hatırlatmak isterim. Kaybolmuş değilim, siz beni bulmuş olsanız da; kaçak değilim, siz peşime tüm maymunlarınızı taksanız da. Yüzmeyi unuttum sadece, böyle ortasında kaldım her şeyin.

Sonra tanrının aydınlatmadığı tüm karanlıkları aydınlatan ışıklarınızı gördüm. Işıkların ve dev bir lunaparka benzeyen şehrin göbek deliğinde karşınıza çıktım bir fare gibi. Siz beni sabaha karşı; yani ışıklarınız söndüğünde bir veba habercisine bakan korkunç gözlerle izlerken, ben ardınızda yükselen, demir eğlence makinelerinizin korkusundan kımıldayamadım. Sabaha karşı güneşin en yakın olduğu saatlerdeki karanlıkta ve sizin en zayıf, titreyen mumlarınızın bile söndüğü o anda, daha korkunç ne olabilirdi ki?

İşte şimdi ortanızda yatan, size meydan okumaya gelip mağlup olan ben, her gece evimin penceresinden titreyen gözlerimle o korkunç canavarları izliyorum. O mutsuz ve korkusuz adam, şimdi mutlu ve korkak.
Şehrin tüm lunaparklarında eğlenceler terk edilmiş, sevişmeler yalnızlaşmış. Olmaz umutlar, aydınlatmayan ışıklar ve iyiyi kötüyü birbirine karıştıran çocuk cıvıltıları, ölümün büyülü çığlıklarına ve mide bulantılarına karışan bir dönme dolap gibi yükselmiş cam gökdelenler.

Ucuz deniz kumunun üstüne hızla dönen bir zaman kaydırağından fırlayıveren bir adam. Gövdesi kumun altında kalmış, parmak uçları mürekkep lekesi, doğruyu gösterme uğruna öldüğünü yazıyor cebindeki gazete kupürü. Cesedin kafasını kaldıran bir kadın onunla konuşuyor:


“Seni bir gondolun ayaklarına gömelim mi, ya da prensesin eteğinin altına?”

Şehir her gün yeniden doğan çocuklarıyla savaşına devam ediyor. Yüz binlerce yeni üyesinden belki sadece bir tanesi mürekkep lekesiyle zar zor tanışıyor. Bu yüzden işte biz, o denizlere bakıp da son cümlemizi hala yazamıyoruz. Bu yüzden sabırla sizin ışıklarınızın sönmesini bekliyoruz. Korkmak insancaysa da, ikincisi aptallıktır.




"dennis warhollunaparktan esinlenerek"