9.10.06

sandık

Dışarıda olmakla evde olmak arasında bir fark var, bu kesin. Dışarı çıktığınız anda yüze vuran o havanın uyandırıcı, kendine getirici bir kimyası olduğu inkar edilemez. Tabi inkar edilemeyecek diğer bir durum da evin kapısından girdiğinizde hissettiğiniz güvende olma duygusudur, bu da yine eşsiz bir iç salgıdır.
Dışarıda olmanın güzel yanı yeniye açık olmasıdır, zaman daha az çizer geçerken sürtündüğü yerleri, daha az sıkılırsın yani. Değişim gözünün önünde gerçekleşir. Seni yoracak kadar çok görüntü akar gider önünden. Yeni insanlar, yeni mekanlar, yeni hayvanlar.
İçerideyken, ilginç bir şekilde hayatınızın bir parçası olan insanlarla, kapıları kilitli bir kalede yaşamanın, düşündürücü tarafı yormalıdır beyinleri. O zaman, içeride olmak da güzeldir. Her an yenilermiş gibi davranmak anneye babaya, eşe çocuğa. Bu yolda size deli deseler de umursamadan.
Bir de tek başımıza kalmak zorunda olduğumuz mekanlarımız var. Kendimize ait, yani öz evlerimiz var. Perdelerinin ardında yüzlerce ruh hastalığı barındırdığından korktuğumuz, korkutulduğumuz yerler bunlar. Girdiğimiz kısacık anlarda bile gözlerimizi sıkı sıkı kapatarak kesinlikle hiç bir anına, hiç bir lanet olası eşyasına tanık olmak istemediğimiz bir ev burası. Elbette hepimiz, bu soluksuz kaçışın, bu yersiz korkunun yanlış olduğunun farkındayız. Yine hepimiz biliyoruz ki, dışarıdayken başaramadığımız, çözemediğimiz, tamir edemediğimiz o bozukluğun çözümü için gerekli aletler öz evimizdeki alet edavat sandığında kilitliler, veya içimizdeki koridarlarda bulunmayı bekliyorlar. Kendi içimizi iyice kolaçan etmeden dışarıya çıkmışa benziyoruz hepimiz. Bu sabırsızlığımız, bu dışarı sevdamız, muhtemelen kendimize tahammülsüzlüğümüzle ilgili. Ama ben şimdi biraz müsaadenizi istiyorum. İki dakikalığına içerime girmem gerekiyor. Sanırım oralarda bir İngiliz Anahtarı olacaktı.

Hiç yorum yok: