Sırtımın sırsıklam halinden memnundum. Ardı arkası kesilmeyen, olsa olsa tanrı işi bir bereketle akan bu ılık suyun, ensemden topuklarıma kadar bir jilet gibi süzülüşünün her anını hissedebiliyordum. Ellerim neredeydi ? Bu keyif verici sihir yüzünden olsa gerek, sadece sırtımdan yukarıda kalan uzuvlarımı hissedebiliyordum. Ellerimi bulabilsem, suyun nereden geldiğini anlayabilecektim. Arkamı dönmeme izin yoktu. Zaten ne oluyorsa arkamda oluyor ve bitiyordu. Gözlerim bu merakımı gideremezdi, onları yuvalarından çıkarmam gerekirdi böyle bir açıyı tanımlayabilmeleri için. Tam karşımda kireçle sıvanmış ve üzerinde bir kaç karalama yapılmış bir duvar vardı, sağ tarafımda beyaz bir gaz tenekesi, solumda ise taştan bir oturak vardı. Her şey beyazdı burada ve yavaşça değişiyordu. Bunun bir işkence olmadığını iddia edemezdi kimse, ama ben hiç de kötü bir durumda hissetmiyordum kendimi. Belki suyun ferahlatıcılığı, belki de odaya hakim olan bu ağır ama hoş kokuydu, rahatlığımın sebebi. O an seni düşünür gibi oldum, ama bir anda seninle ilgili tüm hücrelerim görevlerinden istifa ettiler sanki, sana sarılır gibi oldum, ama ellerim ne yazık yerlerinde değillerdi. Bir ses duydum, kalın bir erkek sesi. Şiir gibi bir dörtlüğü okudu bir kaç defa. Sonra daha ince bir ses okudu bu şiiri bu bir kadın sesiydi, daha sonra sahibinin ikisinden de yaşlı olduğu belli olan bir sesten işittim bu şiiri, en sonunda da küçük bir kız çocuğunun ağzından tekrarlanan dörtlük şöyleydi:
Başını kaldırıp göğe, imrenme kuşlara
Uçabilirsen seninle aynıdır onlar da
Sür kendini ıslak ve ateşli çamura
Ellerin bağlı olsa da yükseleceksin korkma
Biraz sonra sesin şiddeti azaldı. Kimse var mıydı yanımda berimde bilemiyordum. Hoş, bir tabur ordu da olsa buralarda bir yerlerde, bu sararmış duvarın dibinde yapayalnızdım. İçimden bağırmak, yardım istemek geliyordu, ama yapmıyordum. Sanki, bir tarafım bu durumdan gayet hoşnuttu. Başımı yukarı kaldıramıyordum, saatlerdir aşağı eğilmiş bir haldeydim. Bu yüzden tüm boyun kısmım da bir ağrı belirmeye başlamıştı. Sırtımdan akan suyun hızı iyice azalmıştı. Hissetmeye başladığım yerlerimde derin bir sızı beliriyordu. Acılarım ağrılarım gitgide arttı. Gözlerimden önce bir kaç damla yaşın süzüldüğünü farkettim, ağladığımı bir his olarak farkedemiyordum fakat bir yağmur gibi boşalmaya başlamıştı gözümden yaşlar. İçimden o şiiri okuyan adama küfürler düzdüm. Bu hale düşmem de bir rolü olmalıydı. Bir an evlerinde kadife divanlarına kurulmuş tek endişeleri lezzetli yemişlerin kabuklarını soymak olan insanlar hayal ettim, kıskandım onları. Hizmetçilerinin, gümüş kupalarda sunduğu şarapları yudumluyorlar, kucaklarına aldığı çocuklarının yanaklarından makaslar alıyor, yanı başına oturttukları iri kalçalı güğüm göğüslü hanımlarının gıdılarına ıslak ıslak öpücükler konduruyorlardı. Onların yerinde olmak... Yavaş yavaş tüm hücrelerimle bu esarete karşı savaşma isteği uyanıyordu içimde. Bu uyanışın sebebi; sırtımdan dökülen efsunlu suyun azalması mı, odayı boğan esrarlı dumanın etkisinin kaybolması mı, yoksa kendime olan tahammülümün giderek azalması mıydı, bilemiyorum. Ellerimi hissettim önce, sonra bacaklarımı. Ne bir ip vardı ne bir zincir. Hiç bir bağlayıcılığı olmayan bu mekanda saatlerce neden kalmıştım? Arkamı ağır ağır ve ağrılı ağrılı dönebildim. Sanki arafta yıllarca beklemiş bir kayıp ruhtum. Cennete kabul ediliyormuşum gibi büyük bir neşe sardı içimi. Bembeyaz mermerlerle kaplı bir odada olduğumu fark ettim. Kapısı kapalı ve buhar dolu bir odaydı burası. Sağımdaki oturağa baktım, o an derin bir nefes alarak kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Kafam iyice yerine gelmeye başlamıştı. Bu bir klozetti, sağ tarafımdaki de bir gaz tenekesi değildi, bir kombiydi. Herşeyi anlamaya başlamıştım. Şimdi dışarıdan annem, babam, dedem ve küçük kardeşimin endişe ve korku dolu sesleri geliyordu. Kapıyı kırmak üzereydiler. Boğazım yırtılmış gibi acıyordu. Zorlukla durun açıyorum diyebildim. Kalktım çevirdim kiliti. Boynuma, ayaklarıma sarıldırlar. İkinci kez aynı şeyi denemiştim. Sanırım yine başaramamıştım. Onları bir daha üzmemeye söz verdim o an. Babam yalvarır gibiydi özür diliyordu benden, sorun neydi hatırlamıyordum o halde affetmiştim. Aklıma o dörtlük geldi. Dedeme beni dışarı çıkar dedim. Balkona çıktık, başımı göğe kaldırdım. Hava açık ve güneşliydi. Bir mucize gibi süzülen bembeyaz martılara baktım uzun uzun. İçime derin bir nefes çektim. Ciğerlerimde yeni yerler keşfediyordum sanki.
Temiz hava, insanı ölmekten bile vazgeçirebilir dedim küçük kardeşime. Yanağından bir makas aldım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder