6.10.06

kırmızı siyah

Hepi topu üç telden ibaret olan saçlarımı kafama yapıştırdı şemsiyesiz yakalandığım yağmur. Yakışıklı değildim, şimdi iyiden iyiye kötüleşti görünümüm. Ah yağmur hep sen yapıyorsun bunları. Islak kediler gibiyim oldu mu şimdi ya. Oysa bugün kusursuz olmalıydım; sabahın köründe kalkmış, güzel bir kahvaltı yapmış ardından kendimi banyoya kilitlemiştim. Saçımı üç kez şampuanlamış, hırpani bir şekilde vücudumdaki kirlerle mücadele etmiştim. İki kere üstünden geçmiştim zaten traşlı olan yüzümün, bir teneke str8 i de boca etmiştim keselenmekten kıpkırmızı kesilmiş vücuduma. Burnumun üstündeki siyah noktalardan kurtulmuş, dişlerimi 5 dakika boyunca fırçalamıştım ve sonunda kendimi en iyi hissettiğim ayakkabılarımla güzel bir sonbahar günü sokaklara fırlamıştım. Aslına bakarsanız ben bakkala giderken bile bu yaptıklarımı çok abartmamak şartıyla yaparım, ama bugünki hazırlanışımı diğerlerinden ayıran, onu özel kılan bir ayrıntı var ki, o da o kulaklarımı kırmızı kırmızı yapan, göğüs kafesimde büyük çapta sarsıntılara neden olan o yanardağ patlaması gibi heyecan. İşte bu gibi günleri özel kılan etiket budur; heyecan. Böyle günlerde aslında ne parfümünüzün kokusu, ne spor spikeri götü gibi parlayan sıfatınız, ne ayakkabınızın cilası önemli. O an sizi farklı kılan sadece o heyecan. İnsanın yüzünün kızarabilmesi onu doğadaki diğer canlılardan farklı kılan, ayırt edici bir özelliğidir. Maymunlar da utanırlar ve fakat onların bir yerleri kızarıyor mu diye eğilip hiç bakmadım. Ömrümün yaklaşık 17 yılı domates kıvamında geçtikten sonra şimdi kızarıklığı büyük ölçüde defetmiş bulunmaktayım pür-ü pak cemalimden. Yalnız çok özel anlarda kulak uçlarında görülebiliyor ve toktağan sayılabilecek ölçüde uzun süreli bir kızarma bu. Ama asıl önemlisi, insanların birbirlerinin kırmızılıklarını neye yorumladıklarıdır. Yani utangaç insan neyi barındırır; mesela ezik midir, yoksa gayet normal bir tavır mı sergilemektedir ya da bu mahcubiyet ideal olan mıdır değil midir? Kızarmak, benim açımdan çok olumlu bir nitelik, kızaran insanlara sonsuz ilgi duyarım. Hatta üstlerine mayonez sıkıp yiyesim gelir( karşı cinse hitaben). Nedendir de suna boylum nedendir? Sanırım şundan; kendime yakın hissediyorum mahcup insanları, başkaca bir nedeni de yok. Kızarmayan insanlara da aksi gibi, hep soğuk durasım var. Onların da üzerlerine şöyle bol bol ketçap sıkasım ve ömürlerini kırmızı tonlara gark edesim gelir. Sahi, kırmızı siyahın üzerine ne güzel gider.
İşte sebeb-i bekleyişim, arz-ı endam ediyor. Üzerinde sadece o iki renkle. Bir uzun çile gibi çekmiş libasını o saydam tenin üstüne, belki de bendeki anlamını güçlendirmek için.
Bir an önünde onu beklediğim dükkanın vitrininden kendime bakıyorum, saçlarım simsiyah yüzüm kıpkırmızı.

Hiç yorum yok: