Pabuçlarımdan kurtulmuştu ayaklarım kendime geldiğimde. Çok aydınlık olmayan ama ayaklarıma kadar bir alanı görebildiğim bir dünyaya uyanmıştım. Yattığım hayattan çok farklı olmadığını düşündüm. Kalkmak istedim ama ceketimi tutan bir şey olduğunu fark ettim. Bu daracık alanda zor da olsa geri dönebildim. Bir çivi ama ne çivi. En az bir bacağım kadar uzun ve bir kolum kadar kalın. Ondan ceketimi kurtarabilmek için eğildim. Fakat bu kez şapkamı üstümdeki daha ince bir demire kaptırmıştım. Şapkamı sonra alırım diye düşünüp ceketi kurtarma çabalarıma devam ettim. Ceketimin uzun olan etek kısmı biraz hırpalansa da şimdi özgürdüm. Şapkamı almak için yukarı doğru hareket ettiğimde gördüğüm ise en şaşırtıcı olanıydı. Benim siyah kuşaklı beyaz şapkam bir tavşanın dişleri arasında çiğnenmekteydi. Tavşana doğru bir hareket yaptığım anda ise şapkamla beraber gözden kaybolup gitti.
Şapkanın üzüntüsüyle tavşanın gittiği yöne doğru seğirttim. Aydınlıktı bu taraf. Ben aydınlığa gittikçe daha az görebildim ama. Işık arttıkça gözlerim hiç bir şey seçemez oldu. Biraz karanlık diye yalvardım yüksek sesle. Şapkam diye söylendim...
Yoruldum sonra, gözlerimi kapattım, kafam üşüdü, ağladığımı fark ettim. Genişledikçe etrafım küçüldüğümü hissettim, Gerisin geri yola koyuldum, o karanlık dar deliğe geri dönecektim.
*dw*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder