29.1.09

Beyaz Sokak

Kalktım tüm pencereleri açtım, o ise hepsini kapadı arkamdan dolanıp. Bu her sabah böyleydi, ben açmam gerekeni açıyorsam o kapatırdı; ve dahası kapatmam gerekenleri de inatla açmasıydı.

- Bırak rüzgarı evin içini gezsin dedim sevgili canavarıma, ( Canavar dediğime bakma; ufacık bir kız). Kapatma şu pencereleri habire, ne istiyorsun nefes almamamı mı?

Mühürleyebilse ne kadar mutlu olacaktı, şu her seferinde kocaman açtığım ağzımı biliyordum. Sonra kahvaltıya oturduğumuzda (ki beraberce oturduğumuz nadir anlardandır) aramızdaki sorunları konuşurduk. Gece o kocaman yatağı nasıl paylaşamadığımızı anlayamaz, lavaboyu önce kullanmamın bencillik olmadığına karar verir, kimin daha çirkin olduğu üzerine yapılan tartışmaların bir galibi olmayacağını hükme bağlardık. Sonunda, her sabah buna benzer küçük sorunları, inatla ve severek yaşayan gereksiz insanlardan olduğumuza oy birliğiyle karar verirdik. Sonrasında, barış çubuklarımızı tüttürürken, yeni günün özgürlükçü ve uzlaşmacı tüzüğünü hazırlardık. En uzun ömürlü barış antlaşmamızın, taş çatlasa, akşama kadar süreceğine ikimiz de emindik, dedim ya gereksizdik.

Öğlen oldu mu, balkona beraberce çıkar, aşağıdan bir o yana bir bu yana geçenleri izlerdik. Balkona yakın yürüyenler olduğunda bazen kafalarına dolu dolu tükürürdü, zavallılar yukarı doğru baktıklarında ise o yeşil, alev püsküren bakışlarıyla hepsini savuştururdu. Akşama kadar sarmaş dolaş gezen bir kedi ve bir köpek misali, aslında ne olduğumuzu anladığımız vakit kavga gürültü geri geliyordu. Bu böyle gitmedi elbet, aslında böyle bir şey hiç olmadı tabi. Çünkü aslında onu hiç görmedim, o da beni görmedi. Bir balkonumuz vardı evet, beraberce oraya çıkıyor, kendimizi her seferinde bir çöp tenekesine isabetlemek için aşağı atıyorduk. Kirli kedileri beraberce temizlediğimiz, ölü sinekleri beraberce gömdüğümüz oluyordu. Ama bu dediklerim nedense hiç olmuyordu. Bunları sadece yazıyordum galiba. Sonra zaten hiçbir şey olmamış gibi gelince de biraz olsun mutlu oluyordum. En azından hala umudum olan biri vardı. İyiki de onu görmüyordum.


Ben olsam bu aptal yazı için özür dilerdim önce kendimden, olmuyordum etmiyordum dolu bir salaklık. "Ama" deyip kendimi aklamayacağım en azından. Böyle...






***denniswarhol***

20.1.09

Öylesine Bir

Yaşadığı delikten kafasını öne doğru iterek bir ana rahminden fırlar gibi çıktı sokağa Bay D.. Üstünü başını düzeltti, yırtıklarını el yordamıyla inceledi, herhangi bir yeni sökük olup olmadığına baktı. Ayakkabılarını ellerini tükürükleyerek temizledi, su içmek için camiye yöneldi. O kalabalık avluda boş boş oturanların mutlu gibi görünen yüzlerine baktı. Bulabildiği ilk güneş alan avluya uzanan küçük kedileri seyretti, sahiplerinin peşinden delice koşan köpeklerin uzaktan sinir ve hasetle izlediği bu güzel hayvanları kendine hep yakın bulmuştu. Gidip yanlarına uzanmak istedi ama ondan korkup kaçacaklarına emin olduğundan vazgeçti. Simit satan sakallıya doğru yürüdü sonra; cebindeki kuruşları toparladı ve sakallıya uzattı. İki simit gelir bunla iki mi vereyim, diye sordu beriki. İki taze simidi alıp bugün ne yapacağını düşünmek üzere parktaki tek boş banka oturdu.

Önünden, arkasından takım elbiseli erkekler; şık tayyörlü bayanlar geçiyordu. İşlerine yetişme telaşında olan bu insanlar ona kıskanarak mı bakmalıydılar? Ona göre öyle yapmalıydılar. Ama Bay D. onların tam aksine kendisine acıyarak baktıklarının farkındaydı; üstelik onlar hergün işyerlerinde çektikleri sıkıntının karşılığı olan paraları orada öylece oturan adamımızın eline saymaktaydılar. Bay D. bu durumu her zaman büyük bir bağışlama gibi algılıyor, onlara bu kötü dünyanın iyi insanları olmaları için bir fırsat verdiğine inanıyordu. Kendisini onların efendisi gibi görüyor; hatta onları tanrısal bir merhametle seviyor ve oradan öylece geçmelerine -bu merhametin yüzü suyu hürmetine- izin veriyordu.

Para şıngırtılarıyla bölünen düşüncelerini toparlamak için oturduğu banktan kalktı, arkasına takılan boz bir köpekle beraber yürümeye başladılar. Karşı yoldan aşağı mahallenin evsiz takımından tek kollu ve bir zenci kadar siyah olan o adamın geldiğini gördüğü an, yolunu değiştirmek için artık çok geçti. Adam ona doğru önce kapsamlı bir küfür savurdu sonra, D nin anasına söve söve onun üzerine doğru yürümeye başladı. Bay D tehlikenin kokusunu almıştı ve geldiği yöne koşmaya başladı. Hem Bay D. hem de boz köpek ölene kadar koşacaklarmış gibiydiler ve nispeten yaşlı olan kolsuzu arkalarında bir küçük siyah nokta gibi görene kadar kaçtılar.
Sonra D. köpeğe sinirle baktı; ona bir taş atıp yanından uzaklaştırdı. Bugün ne yapması gerektiğini düşünemeyecek miydi? Bu adi köpek, şu kömür suratlı kolsuz ve o takım elbiseli köleler ona neden rahat vermiyorlardı? Herkese çok kızgındı. Şimdi yüzünde mağrur bir ifadeye dönüşen siniriyle beraber kendine bir yer arıyordu. Çok geçmeden oturabileceği bir ağaç altı gördü. Bu ağaç o kadar güzel bir ağaçtı ki onu daha önce neden görmediğine ah vah etti. Gidip ağacın dibine uzandı ve gözünü dalların arasına dikti. Gelen seslere bakılırsa milyonlarca irili ufaklı kuşla dolu olan bu ağacın altında bir an için çocukluğuna döndü.
Anne ve babasının kavgalarını, bağrışmalarını duymamak için odasının camını açar açmaz içeri dolan o kuş cıvıltılarıyla, hayatı nasıl basitçe güzelleştirdiğini hatırladı. Bay D. bu anılarla beraber o güzel senfoniyi dinlerken kafasına düşen sert bir cismle neye uğradığını şaşırdı. Önüne düşeni eline aldığında bunun bir radyo olduğunu görmüş ve şaşkınlığı daha da artmıştı. Kafasını tekrar yukarı kaldırdığında ağaçtan birkaç cılız cıvıltı dışında herhangi bir ses gelmediğini gördü. Sonra elindeki radyoya baktı. Birkaç küçük yumruk darbesiyle radyo çalışmaya başlamış ve yüksek bir sesle kuş cıvıltıları çıkarmaya başlamıştı. Radyoyu büyük bir hırsla yere çaldı ve hayal kırıklığı ile uzaklaştı ağacın dibinden.

Bay D. için bugün gerçekten kötü bir gündü, hızlıca yürüyerek ana yola çıktı. Yanından süratle geçen arabalara aldırmadan yürüyordu ki, gürültülü bir klakson sesi işitti. Kuş sesine benzeyen bu klaksonu ardı ardına çalarak yavaşça ilerleyen, bir araba vardı tam arkasında. Öylesine yavaştı ki bu araba, bir yarışı yürüyerek bile ondan evvel bitirebilirdiniz. Ama bu yavaşlıkta çok da ağır bir rahatsızlık vardı. Yolun iyice kenarına çekildi Bay D; fakat araba geçmedi ve arkasında kuş sesleri çıkarmaya devam etti. Kimdi arabanın içindeki, ne yapmaya çalışıyordu? Bunları düşünmeye vakti yoktu. Hızla yolun kenarından aşağı doğru atladı ve toprak yolda koşmaya devam etti. Araba bir süre daha arkasından geldi ve kuş sesleri çıkarmaya devam etti ve fakat büyük siyah kayanın ardına atladığında artık peşinde hiçbir şey kalmamıştı.

Bu koşuşturma onu çok yormuş ve pantolonunda yırtılmadık yer bırakmamıştı. Bugün olanlara bir anlam vermekle uğraşmayacaktı. Onun için asıl sorun bugün ne yapacağıydı. Kafasını siyah kayaya dayadı, ellerini yırtık pantolonundan içeri soktu. Rüyasında annesi ve babası kavga ederken, o radyoyu açmaya uğraşıyordu.




****Bay D.****

9.1.09

Dengesiz Cambaz

Sen, ne kadar azarlasam uslanmayacak yaramaz bir çocuk gibisin hala, kabülümdür. Ellerin bir yumruk olmaya alışık, hiçbir zaman bir sevgi sunağı olmadı bana, o da kabülümdür. Saçların gözlerin içime ejderhalar salıyor. Ya kelimelerine ne demeli hepsi birer düğüm gibi boynumdaki ipe atılmış. Yazdıkların umutsuzluklar müzesi,ertelemeler dilekçesi; dedim ya hepsine kabül.
Peki ama; hani o ara ara inci gibi dişlerinin arasından peydahlanan ve bir tanrının merhamet edişi nasıl yansırsa kapkaranlık okyanuslara öyle yansıyan bu kurumuş denize; işte o, gülmelerin. Onları nerem kabul etsin. Küçük kızım, en yakın sevgilim, SEN HANGİSİSİN?



Ben cambazım evet, peki üzerinde yürüdüğüm ip mi ol dedim sana, ama boynuma sarılıp beni boğman da değildi dileğim.








****Dennis Warhol****