Kırmızı tuğlalarla örülmüş bir duvar şimdi ve burada bir kapı vardı eskiden. Seninle kavga etmek de güzeldi. Kapılarımıza kırk kilit bile iyiydi hiç yoktan. Kapısız kalışımız ömür çürütür; de artık bu nemli duvarın ardında.
Ardından yüzlerce alıcısız mektup, göndericisiz kartpostal ve acemice yazılar peydahlanır ve satır sonunu göremeyince adına şiir dedikleri; onlar işte. Kimse şair demezdi bana, aşık dedikleri olurdu bazen ama en çok şey dediler:
"Gözleri ne manasız" dediler içlerinden; dışlarından "pek soluksunuz bugün". En çok ne dediler gerçekten. İçimden söylememek geçiyor; zaten şimdilerde kendisi (ben) her şeye gülüp geçiyor(um).
En çok "ağzının içini" öpeyim isterdim, dışavurarak seveyim seni isterdim, tüm göğüslerini bir kere de sığdırayım avuçlarıma, saçlarını boynuma dolayayım soluksuz kalana...
Olmaz olamaz hiçbiri. Evkaf katibi şemsettin sami bey imsi bir dalkavukluk içinde yaşadım tüm yıllarımı, ve hala da öyledir bu beş parasız kalbim. Yoksa kalkıp yıkmaz mıydı şuncacık duvarı. İndirmez miydi balyozu kırmızı tuğlalarına da yağlı harcına da. Böyle bekleyip ölmeye mahkum sanar mıydı kendini?
Ah yanılsamalar, ah algılarım, ah kapılarım. Beni bana bırakmadınız, beni anlamadınız, beni o güzelliğe anlatamadınız.
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder