28.12.06

arızalı hikayeler

Aceleyle çantamdan çıkardığım belgeleri posta memuruna uzattım. Memur hiç acele etmeye gerek yok gibilerinden bir bakış attı öncelikli muhattap olarak bana ve sonra tüm diğer tezcanlı kuyruk insanlarına. "Burda kız adı yazıyor gönderen olarak ama sen erkeksin", diye girdi lafa birden. Ağır ağır ve bastırarak söylemişti özellikle "erkeksin" sözünü, özellikle yaptığı çok belliydi, alay etmek için. Bunu oradaki tüm diğerleri de farketmişti, şimdi herkes bana bakıyordu. "Bu tavrınızın sebebi nedir, sadece gerektiği kadar hızlı davrandığım için mi benimle eğleniyorsunuz" demedim. "Ablam o", dedim. Gereksiz bir adama gereksiz açıklamalar yapamazdım, ki en gereklilerine bile pek fazla açıklama yapmıyordum zaten. Ablam asker bekliyordu, ona yazıyordu ve dışarı çıkma bahanem olsun diye de bana yollatıyordu, bu özenle yazılmış şirin mektupları. Tek dışarı çıkma bahanem bu değildi elbet. Her perşembe, dedemin mezarını ziyarete giderdim. Ölümünün üzerinden 36 yıl geçmiş dedemin mezarını, benim var olmamdan 12 yıl önce yokluğa göç etmiş dedemin mezarını, ama her gidişimde beni büyük bir iç huzurla haliç sahillerine sallandıran dedemin mezarını... O gün ise, ( o gün bir posta memurunu öldürdüm ) -posta atmak için çıktığım gün yani- zaten perşembeydi ve ben önce dedemi ziyaret etmek için yüzlerce beyaz mermer arasından siyah mermerli hedefime yöneldim. Yukarı doğru attığım her adım beni hep daha mutlu ederdi bu yönelmelerim sırasında. Yol kıvrımlı olduğundan ve kıç kıça dizilmiş mezarlar yüzünden, kimi yerlerde yatay hareket etmem ve hatta aşağı doğru bir kaç adım atmam gerektiğindeyse bu yolu yapan mühendisin diplomasına lanet ederdim.
O gün dedemin yanına daha hızlı çıkmak zorundaydım, çünkü postanenin öğle tatiline az kalmıştı. Bu yüzden her zaman yaptığım gibi sigara içemiyordum, çünkü gerçekten de nefes almak zor oluyordu koştura koştura sigara içerken. -Belki de gerilişim tam da bu sıralarda başlıyordu- Bunca beyazlığın arasında o parlak siyahlığıyla huzur kaynağım gözlerimin önündeydi. Ona doğru attığım her adımda kanım hızlanır, gözlerim de bir kaç sıkıntılı yaş peydahlanır ve doğmadan yine oralarda bir yerde kururlardı. İki elimle boynuna sarıldım, gözleri yaşarmıştı. Tüm diğer mektuplarla beraber, ablamın mektubunun da bulunduğu küçük boyutlarda -ama ağır olduğu mutlak- bir karton kutuyla beni engellemeye çalışıyordu, ve tam sol kulağımın altına gelen bir darbe canımı basbayağı acıtmıştı. Ben o gün, o memuru öldürmeseydim, ablam o askeri beklemeye devam edecekti ve belki de evleneceklerdi. ( oysa onlar zaten evlenmemişler miydi). 10 kuruşa aldığım mumu paltomun cebinden çıkarıyorum ve kabirin kafa taşının tam dibinde açtığım çukura gömüyorum. Kibriti çakıyorum, önce sigaram yanıyor sonra mum. Eğer böyle uyursam burada, biliyorum ki her şey düzelecek. ( uyumadan sigaranı söndür, yoksa yastığın çarşafın yatağın tutuşacak )

8.12.06

kadavra (2)

hayır öyle değil dedikçe ben, sen başka başka sorularla devam edeceksin düşünmeye. Sen düşünmeye devam ettikçe - tazeleyen şelalelerin altında, acı çekmekten hoşnut görünene kadar devam ettikçe- ben sana - yalan da olsa doğru da olsa- öyle değil diyeceğim. Çünkü dürüstlük bunu gerektirir. Çünkü hiç birimiz doğru nedir bilmiyoruz. Parmak aralarımı açık bırakıyorum. Akşam geç gelirsen sessizce sok tüm parmaklarını içime, hasta bir köpeğin ılık nefesi gibi. Süzülen herşey rahatsız edicidir çünkü. Umrunda değil biliyorum, bu kadar inkar, bu dürüstlük budalası tavırlar.
Seni sonsuza dek ıslatıp yenilemek ellerimde olsaydı bunu yapar mıydım diye sormuştum. Yapardın demiştin. Evet, sonra iki ruhumun arasına çektiğim çamaşır iplerine asıp bırakırdım seni güneşin şefkatli gülüşlerine. Böylece o ıslak farelerden bir farkımız olurdu. Ama senin sanıların bizi topal bir çingeneye dönüştürdü. Bu sağaltıcı, bu arşa çıkarıcı müziğe çok fazla eşlik edemiyoruz ki hep bu yüzdendir ancak kırık ayaklı masalarla postal beyinli iktidarlara karşı çıkabilişimiz. Olsun demek istiyorum senin de olsun demeni istercesine. Elimi hiç bir yerine değdirmeden içine dokunuyorum ve karın boşluğuna bir gelecek bırakıyorum, şimdi ordan bir piç peydahlanmalıdır ve bu arşa çıkan müziğe bütün ruhları ve ayaklarıyla eşlik etmelidir.
Bekle bizi Transilvanya...

2.12.06

Kadavra

Yaşam, ölümü siyaha boyamayı gerektirdi nedense, ve korkularımız binlerce cennet yarattı, sonra binlercesinin kapısını kilitledik yine kendi ellerimizle. Belki doğar doğmaz vurmalıydık kendimizi, yapmadık. Sonra başımız dönene kadar çevirdik bir silahı tahta bir masanın üzerinde, tek kurşun ölümü kırmızıya boyamaya yeterdi, onu da yapamadık. İşte şimdi, burda, önünüzdeyim. Kesin beni, değiştirin organlarımın yerlerini. Öyle değiştirin ki, tanrı bile koyamasın onları eski yerlerine. Bakın bana bozuyorum ezberini hayatı üfleyenin. Buz kesilmiş ellerimde sapsarı limonlar, damlatıyorum karanlığın kirli kaşığına. İçinizden en masum olanı ilk kibriti çaksın." Şimdi ben, gözlerinizin önünde ölümü beyaza boyuyorum, bembeyaza...