Asla uzun bir şey yazamayacakmışım gibi geliyor. Sanki orada bir sınır var ve ben onu aşamayacak kadar eksik kalacağım hep. Belki adım attıkça uzaklaşan bir hedef gibi. Bana sıkı sıkı bağlı aslında ama aramızda sert ve uzunca bir ayraç var. Ağzımda tuttuğum kaşığın ucundaki ping pong topunu ısıramamak gibi. Saçma biliyorum. Böyle saçmalamadan da olmuyor. Ne bekliyorsunuz beckett gibi camus gibi mi açıklayacaktım beklediğim ve olmaya çalıştığım şeyi, ya da sartre gibi mi tanımlayabilirim içimdeki sıkıntıyı.
Bir zaman ağzımın tadını kaçıran ayrıntılar, görmezden gelinir olmuşken; istediğim saatte istediğim yerde olamayacak kadar kapana kısılmışken. Bırakın yazmayı okumayı, iki kelime adam gibi sohbet bile edemiyorken. Bir de uzun uzun oturup yazmak. Zor oğlu zor.
Düz ve parlak bir yüzeyde kendimi görüyorum. Görüntü netleştikçe çirkinleşiyorum. Dökük saçlarımın artık kapatmakta yetersiz kaldığı büyük kafam ve içinde gitgide küçülen gözlerim. Gördükçe çaresizleşen, duydukça aptallaşan, düşündükçe yalnızlaşan. Gitgide yalnızlaşan ben. Kendime kendimi anlatmaktan vazgeçen başkalarının gereksiz sohbetlerine gark olan ben. Bu an, şu an, o kadar kötüyüm ki.
30 yıldır bu kadar farkında olmamıştım.
Kimseyle ilgisi yoktur.