**
Son yudumdu bu ve masadan kalkıldı. Geri dönüp bakılmadı bir şey unutlmuş mu diye. Ne önemi vardı ki diye düşünüldü, yeni birine gidilirken eskiden kalmalar bırakılmalıydı, öyle anlatılmıştı, öyle olmalıydı. Masada bıraktıklarına geri dönüp bakmanın bedelini ödemedi mi yıllarca, neden o geride kalan, sanki bir dairede dönüp duruyormuşuz gibi tekrar tekrar çıkar karşımıza . Altımızdan kayıp gider gibi herşey sanki, son düşündüğüm neydi, son sevindiğim, yediklerim içtiklerim boşaydı, gezdiklerim gördüklerim, bildiklerim, öğrendiklerim hepsi boşaydı, peki hep aynı yerde kaldıysam ben adımlarım da mı boşaydı..
Kapıdan adımını atar atmaz paltosunu ve saçlarını ayrı yönlere savuran sert, huzur dolu bir rüzgar onu kendine getirdi. Kendine gelmekten pek memnun değildi, yolunu değiştirip daha sert bir şeyler içebileceği bir bara gitmeye karar verdi.
Gözlerinin önünde hayatındaki tek umut bağlanabilecek kişinin, alkol dolu kusmuklarının içine gömüldüğü barda bir absinthe söyledi. Dışarı tekrar çıkmalı ve şimdi rüzgar da birden kesilivermeli hayat eğer onun istediği gibi olacaksa.
Dışarı çıktığında kravatının ucundaki kesiği farketti, nasıl olduğunu hatırlamaya çalıştı ama; hafızası kravatı neden taktığına odaklanmakta ısrar etti. İşe giderken kravat takmayan biri ve eğer yanılmıyorsa bugün de pazardı, sevgilisi yok onunla buluşmayacak o halde, bir parti mi; hangi lanet olası insan bugün doğmuş olabilirdi, kravatı boynundan çıkarıp önüne gelen ilk tenekeye atmak üzere eline sardı. Artık gitmesi gereken yere yönelmişti.
Önce bir otobüsle gidebileceği en son noktaya gitti, oradan da bir taksiyle ışıkların artık tamamen söndüğü parka vardı, saat bir hayli geç ya da bir hayli erken sayılabilecek o zamanlardan birini gösterirken, korku denen ızdırapla yüzleşmemek için kanyak şişesini bir kaç dakikada alkol arsızı midesine boşalttı. İçeri yürümeliydi.
Kravat tekrar boynunda mıydı, paltosunun ceplerinde elleri, saçları dağılmış;
kesik kesik geçip gidenler; tüm okuduğu kitapların, tüm sarf ettiği kelimelerin, tüm dinlediği ezgilerin adlarını düşündü, tüm sevdiği kadınların, tüm dost dediklerinin, tüm seviştiklerinin, derdini dinlediklerinin, kaçtıklarının, korktuklarının, utandıklarının, gizlendiklerinin, nefret ettiklerinin ve inatla unutmadıklarının isimlerini anarak tümüne birden koca bir hınçla dümdüz gitti.
Kravata baktı; taşır mıydı milyon yıllık bir fosili bir kravat, bir palto muydu insanı hastalıktan kurtaracak, neden o ofislerde yılları çürüdü her insanın, kravatın markasına baktı, evet dedi tonlarca aşk biriktirmiş, kilolarca içki tüketmişiz ama hiç birinin yükte bir ağırlığı yokmuş. Ayaklarından çıkan ayakkabıları boşluğa düşerken kravatı neden taktığını anlamıştı.
**
24.9.08
4.9.08
Ağaçlandırmalıyım
Beni bilmek için doğdun
O yerle bir olurken
Sen ışıklar açıyordun dünyama
Sessizliğin gürültüsünde bir sağır gibi
Bir şeyler duydum
Bir küfür, bir patlama
Beni bilmek için doğdun
O yerçekimine kurban olurken
Sen ışıklar saçıyordun cennetimden
Bir sıcak demir gibi kalbimin üstünde
Hissettiğimde seni
Her an elimden uçup gidecek gibi
Bir çırpınış bir kurtulamama
Bir kıvılcım
Bir yangın gözlerinin beyazıyla çevrili
İçi yanıyor ömrümün
Sana dokunamadığım anlarım yanıyor
O yerle bir olurken
Sen ışıklar açıyordun dünyama
Sessizliğin gürültüsünde bir sağır gibi
Bir şeyler duydum
Bir küfür, bir patlama
Beni bilmek için doğdun
O yerçekimine kurban olurken
Sen ışıklar saçıyordun cennetimden
Bir sıcak demir gibi kalbimin üstünde
Hissettiğimde seni
Her an elimden uçup gidecek gibi
Bir çırpınış bir kurtulamama
Bir kıvılcım
Bir yangın gözlerinin beyazıyla çevrili
İçi yanıyor ömrümün
Sana dokunamadığım anlarım yanıyor
3.9.08
YERÇEKİMİ
Ellerimi kaloriferin peteklerinde ısıtırken o soğuk ekim sabahında, seni izliyordum, sanki sen de bana bakıyor gibiydin. Ama beni görebilmen mümkün değildi buna eminim. İnsan zaten bir noktaya en yoğunlaştığı anlarda en azını görür; ki bir süre sonra sigarayı derin derin nefeslenişinden çok derinlere dalıp gittiğini anladım; kim bilir hangi doğuştan kırık hayallerin peşindeydi hücrelerin.
Sonra mutfağa gittim. Senin orada kalacağına dair tek bir süphe duymadım. Sen o cama mahkum ben bu cama. Böyle değil miydi hayatımız?
Yanılmadım, mutfaktan döndüğümde ve daha yüzlerce kez oraya buraya gidip geldiğimde hep o odada, penceren açık ve masanın başında buldum seni.
Kaç ay oldu, kaç yıl? Bulamadım, seni benimle beni seninle tanıştıracak tek bir kelime bile, bulamadım. Belki değişir herşey diye gecelerce yaptığım aşık adam provaları. Sırf hayatta tutabilmek için. Kendimi, senin sayende. Bencilce mi? Senin bundan haberin bile yokken, bencillikten söz etmeyelim bence.
Sen o güzel gözlerinle o kadar şefkatliydin ki, beni bilsen yeterdi biliyorum. Gelir ve başka işler için ısıtırdın ellerimi. Kedi seven bir kadın gibi acıyla gülerek gelirdin. Bilsen yeterdi biliyorum, yeterdi.
Neden şimdi, yetmeyen bir şeyler var aramızda. Belki de hiç olmayan ve olsa da yetmeyecek şeyler var. Elimi uzatsam dokunamayacağım, bağırsam sesimi duyuramaycağım, öpsem kuru, sarılsam elimde kalıyor uzuvların. O kadar ki yetersiz bu yaptıklarım.
Biliyorum, merak etme.
Sana bakarken dalmışım, seni görmeden. Neden sonra farkediyorum seni. O masanın başında yazarken buluyorum yine. Yetmiyor mu yazdıkların sana? Tüm dünyaya yetecek gibi görünüyor masanın altındaki yığınlar oysa. Dürbünümün kesinlikle göremeyeceği küçük küçük harflerle karalanmış o kağıtlarda ne yazdığını bilemesem de seviyorum. Ellerini okumak gibi bir meziyet edinmek istiyorum mesela, az bir zaman da kalsa dert edinmek için... Her neyse o deftere karaladıkların bilmek istiyorum gerçekten. O yazdıklarından hiçbir şey anlayamasam da okumak istiyorum.
Ne yapıyorum ben? Bu mu benim işim?
Ciddileşiyor yüzüm sanırım, ellerimi petek üzerinde ısıtmaya devam ederken.
Sen sigarayı söndürmeye mutfağın lavabosuna giderken
Ben açık pencereden yarısına kadar aşağı sarkmış,
Sokakta ardına takılı gözlerimle
sana yetişmek için defalarca
yerçekimi denen o kahrolası güce lanet ederken;
hal böyleyken bir sigaraya mı kıyamayacağım?
Bak yine uzaklaşıyorum senden gözlerim bir çöp kamyonuna takılıyorken, hiç istemeden; uzaklaşıyorum amacımdan; görevimden. Toparlıyorum tüm dağılanları. Seni bekliyorum, geliyorsun yüzünü havluya kurulayarak. Benden dağılacaklar için tüm hazırlıklarım tamam mı diye düşünürken. Son kez pencerenin önünde ve sana görünmeme gibi bir derdim olmadan, çırıl çıplak çıkıyorum herşeyin önüne. Isınan ellerim artık istediği atışı yapabilir.
Mermiyi yuvasına koyuyorum... Elindeki kalemin düşeceğine emin olarak..
*
Sonra mutfağa gittim. Senin orada kalacağına dair tek bir süphe duymadım. Sen o cama mahkum ben bu cama. Böyle değil miydi hayatımız?
Yanılmadım, mutfaktan döndüğümde ve daha yüzlerce kez oraya buraya gidip geldiğimde hep o odada, penceren açık ve masanın başında buldum seni.
Kaç ay oldu, kaç yıl? Bulamadım, seni benimle beni seninle tanıştıracak tek bir kelime bile, bulamadım. Belki değişir herşey diye gecelerce yaptığım aşık adam provaları. Sırf hayatta tutabilmek için. Kendimi, senin sayende. Bencilce mi? Senin bundan haberin bile yokken, bencillikten söz etmeyelim bence.
Sen o güzel gözlerinle o kadar şefkatliydin ki, beni bilsen yeterdi biliyorum. Gelir ve başka işler için ısıtırdın ellerimi. Kedi seven bir kadın gibi acıyla gülerek gelirdin. Bilsen yeterdi biliyorum, yeterdi.
Neden şimdi, yetmeyen bir şeyler var aramızda. Belki de hiç olmayan ve olsa da yetmeyecek şeyler var. Elimi uzatsam dokunamayacağım, bağırsam sesimi duyuramaycağım, öpsem kuru, sarılsam elimde kalıyor uzuvların. O kadar ki yetersiz bu yaptıklarım.
Biliyorum, merak etme.
Sana bakarken dalmışım, seni görmeden. Neden sonra farkediyorum seni. O masanın başında yazarken buluyorum yine. Yetmiyor mu yazdıkların sana? Tüm dünyaya yetecek gibi görünüyor masanın altındaki yığınlar oysa. Dürbünümün kesinlikle göremeyeceği küçük küçük harflerle karalanmış o kağıtlarda ne yazdığını bilemesem de seviyorum. Ellerini okumak gibi bir meziyet edinmek istiyorum mesela, az bir zaman da kalsa dert edinmek için... Her neyse o deftere karaladıkların bilmek istiyorum gerçekten. O yazdıklarından hiçbir şey anlayamasam da okumak istiyorum.
Ne yapıyorum ben? Bu mu benim işim?
Ciddileşiyor yüzüm sanırım, ellerimi petek üzerinde ısıtmaya devam ederken.
Sen sigarayı söndürmeye mutfağın lavabosuna giderken
Ben açık pencereden yarısına kadar aşağı sarkmış,
Sokakta ardına takılı gözlerimle
sana yetişmek için defalarca
yerçekimi denen o kahrolası güce lanet ederken;
hal böyleyken bir sigaraya mı kıyamayacağım?
Bak yine uzaklaşıyorum senden gözlerim bir çöp kamyonuna takılıyorken, hiç istemeden; uzaklaşıyorum amacımdan; görevimden. Toparlıyorum tüm dağılanları. Seni bekliyorum, geliyorsun yüzünü havluya kurulayarak. Benden dağılacaklar için tüm hazırlıklarım tamam mı diye düşünürken. Son kez pencerenin önünde ve sana görünmeme gibi bir derdim olmadan, çırıl çıplak çıkıyorum herşeyin önüne. Isınan ellerim artık istediği atışı yapabilir.
Mermiyi yuvasına koyuyorum... Elindeki kalemin düşeceğine emin olarak..
*
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)